“Oku” emriyle başlayan İslam, dünyaya ilim ve medeniyet getirmiş, İslam’ı kabul edenler onun verdiği aşk ve şevkle ilimde ilerlemişler, ileri medeniyetler kurmuşlar ve dünyaya yön vermişlerdir.

Çağın ilim ve fennini yakalayamayan devletlerin yıkılması yakındır. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz zamanında üç büyük medeniyet vardı. Bunlar Bizans, İran ve Yemendi. Bu devletler de yeni bilgiler ve teknolojiler üretemediğinden (Bizans hariç) artık duraklama ve gerileme başlamıştı. İslam ise yeni kurulmuş bir devlet olup, çalışmayı, ilerlemeyi, kalkınmayı emretmekte, iki günün birbirine eşit olmasını zarar kabul etmekteydi. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s) ashabına yeni yeni hedefler göstermekteydi. Daha hendek savaşında ashabın kırmakta zorlandığı kayayı parçalarken çıkan kıvılcımla beraber “Allahüekber! Bana Yemen’in anahtarları verildi.” buyurdu. Başka bir balyoz darbesi ile “Allahüekber! Bana Fars ülkesi (İran) verildi.” buyurdu. Üçüncü balyoz darbesinin çıkarttığı kıvılcımla
beraber “Allahüekber! Şam’ın (Bizans) anahtarları bana verildi.” diyerek ümmetine yeni yeni hedefler gösteriyordu. İşte Peygamberimizin (s.a.s.) yeni bir hedef olarak belirlediği yerlerden birisi de, devrin en güçlü devleti olan Bizans ve onun kalbi (başkenti) olan İstanbul idi. Hadisi Şeriflerinde; “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir” diyerek hedefi belirlemiş ve bu hedefe koşanlara emsalsiz bir müjde vermiştir (Hakim, Müstedrek H.No: 8300; Ahmed b. Hanbel, Müsned H.No: 18957).

İşte bu Nebevi müjdeye nail olmak için daha sahabe döneminde bile İstanbul’a seferler/akınlar düzenlendi. İstanbul’un ebedi misafiri ve manevi önderi, Mihmandâr-ı Rasul (Allah Rasulü’nün Medine’ye hicretinde yedi ay ev sahipliğini yapan, onu evinde misafir eden) Ebu Eyyüb el-Ensari Halid b. Zeyd Hazretleri böyle bir savaşta ilerlemiş yaşına rağmen bu müjdeye nail olmak için gelmişti İstanbul önlerine. Asırlarca devam eden bu güzel komutan ve güzel asker olma arzusuna kavuşan şanslı komutan ise, çocukluğundan itibaren “ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni alır” diye yetişen ve bu ideali bir tutku haline getiren Fatih Sultan Mehmet Han Hz. olmuştur. Henüz 21 yaşında İstanbul’u fethederek çağ kapatıp çağ açan genç fatihin yolu, Hz. Muhammed’in yolu idi, O’nun idealine sahipti. Zira Hz. Muhammed (s.a.s.) de kavminin sıkıştırması üzerine Peygamberlik iddiasından vazgeçmesini isteyen amcasına hitaben “ey amca vallahi güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler ben bu davadan vazgeçmem. Ya bu konuda başarıya ulaşırım, ya da bu uğurda canımı feda ederim” demişti. İşte genç Fatihte bu ideali kendisine hedef edinmiş, adeta hedefine kilitlenmiş ve alemlere rahmet, Hz. Muhammed’in övgüsüne mazhar olan komutan olma şerefine ulaşmıştı. Çünkü o buna inanmıştı. Zira inanmak başarmanın yansıdır. Kur’anı Kerimde inananın başaracağı ifade edilmektedir. “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Ali İmran Suresi 3/19) Tabi ki inanmış olan kişi idealinin gereği olan çalışmayı da yapacaktır.

Tabii ki savaş kolay bir şey değildir, zafere ulaşmak daha da zordur. Hele bu savaş Allah Rasulü (s.a.s) tarafından hedef olarak gösterilecek kadar büyük ve manevi özelliği olan bir savaş ise. Savaş kazanmak için askeri güç şarttır, ancak savaşlar sadece silahla kazanılmaz. Maddi güç kadar manevi/moral güç de şarttır. Bu zafer madde ile mananın birlikte yükselmesi sonucu gerçekleşmiştir. Fatih Sultan Mehmet Han, dinine ve tabiiyetine bakmadan işin ehli olan ustalara zamanının en büyük toplarını döktürmüştür. Yine kimsenin beklemediği, gemilerin karadan Haliç’e indirilmesi, o güne kadar görülmemiş bir savaş taktiği olup, bir deha’nın ürünüdür. Demek ki böylesine büyük savaşları kazanabilmek için Fatih gibi dehalara ihtiyaç vardır. Yine o güne kadar bilinmeyen, aşırtma atışı yapan havan topları da bu fetihte icat edilmiştir ve bu topların planlarını çizdiği rivayet edilen Fatih Sultan Mehmet Han dört yabancı dille beraber, matematik, tarih, dini ilimler gibi çağın gerekli ilimlerine de hakim olan büyük ve mübarek bir zattır.

Sadece devlet başkanının, komutanının bu özelliklere sahip olması da yeterli değildir. Sivil asker bütün halk bu güzel vasıflara, üstün özelliklere sahip olmalıdır. Çünkü “Halk (Müslümanlar) bir vücudun organları gibidir, uzuvlardan birisi hasta olursa, diğer uzuvlarda onu ortak olur.” (Buhari, Sahih H.No: 5665, Müslim, Sahih H.No: 66 (2586) Ve o halkın tamamı da aynı özelliklere ve güzelliklere sahip insanlardı. Şu örnek bunu çok güzel açıklar. Fetih öncesi Fatih Sultan Mehmet Han tebdil-i kıyafet yaparak (kıyafetini değiştirerek) şehrin sokaklarını dolaşır. Bir dükkana girerek, bir okka yağ, bir okka bal ister. Yağı tartıp veren esnaf “efendi diğer ihtiyacını yandaki dükkandan al, zira o daha siftah yapmadı” der. İnsanların birbirine bu derece tutkun olduğunu gören Fatih, “Teb’ası (halkı) birbirine bu denli düşkün olan milletin önünde durabilecek bir engel, bir güç yoktur. Allah’ın izniyle İstanbul’un fethi yakındır” der. İşte bu anlayış, bu tutkunluktur ki İstanbul’un Türk yurdu olmasının zeminini hazırlamıştır.

Yine başka bir etken de, şehitliğin en yüce makam olduğuna inanmış, şehit olmak ve cennete uçmak için can atan Ulubatlı Hasan gibi kahraman askerlerdir. Ne güzel asker iltifatına mazhar olmuş cennet erleri, işte çağları deviren idealist ve mübarek insanlar… Bu zaferde, zaferi hazırlayan Akşemseddin, Molla Gürani ve bunun gibi daha nice maneviyat önderlerinin etkisini ve katkısını da unutmamak gerekir. Bu gönül sultanları, insanları o kadar mükemmel yetiştirmişlerdir ki, insanlar diğer kardeşlerini de kendilerinden farklı görmez hale gelmişlerdir. Netice itibariyle İstanbul’un fethi maddi-manevi, dini-dünyevi, politik-jeopolitik yönleriyle dünyanın en önemli olaylarından birisidir. Bir çağı kapayan, yeni bir çağı açan büyük bir olaydır. Yaşanmış bir destandır. Fethi gerçekleştirenler tarihteki ve tabi ki cennetteki yerlerini almışlardır. Mevlâ derecelerini yükseltsin inşallah.

Bu gün bu fetihten bizim çıkartacağımız ders ne olmalıdır? Dünyanın en büyük olayını gerçekleştiren fatihin evlatları olarak bizler ne durumdayız? Bir idealimiz var mı? Yoksa sele kapılmış giden çer çöp gibi hayatın akışı içerisinde sürükleniyor muyuz? Bütün bunları kendimize sormalı, bir kötü gidiş, bir vurdumduymazlık, bir aymazlık, bir hedefsizlik varsa ki maalesef var gibi görünüyor, derhal önlemler almalı, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi fatihin ideali ile yetiştirmenin yollarını aramalıyız. Bu gün belki sıcak savaş yoktur, fethedilecek şehirler yada ülkeler olmayabilir. Ancak yapılacak o kadar çok şey var ki, bu da Fatihten bile fazla çalışmayı gerektiriyor! Öncelikle onlara layık evlatlar olmaya, hem dini, hem de dünyevi açıdan kendimizi yetiştirmeye, devletimizi dışa bağımlılıktan kurtarmaya, gelişmiş ve dünyada sözü dinlenilen bir devlet haline getirmeye gayret etmeli, bunun için var gücümüzle çalışmalıyız. Herkes kendi işini en mükemmel şekilde yapmanın gayreti içerisinde olursa, özlenen bu günler hiç de uzak değildir. Zira bu tecrübe bizde mevcuttur, bu cevheri açığa çıkartmak için sadece üzerindeki tozu üflemek yeterlidir. Kendi ülkemizi düzlüğe çıkartmamız da yetmiyor. Bu gün İslam âlemi perişan bir halde, kan ve gözyaşı dinmiyor ve Osmanlının oralara adalet ve huzur götürdüğü gibi o insanlar bizlerden medet beklemektedir.

Ey fatihin torunu! Hedefini büyük tut, işini en mükemmel şekilde yapmaya bak. İnsanları aldatarak değil, onlara kaliteli malı ucuza satarak dualarını almaya, böylece de ekonomiyi güçlendirmeye bak. Öğrenci kardeşim! Dersinden geçer not almak için değil, en çalışkan, en başarılı öğrenci olmak için, mucit olmak için çalış. Ey meslek sahibi kardeşlerim! Milli takıma seçilmek isteyen futbolcunun her gün antrenman yaparak, en iyi ben olayım anlayışı ile çalıştığı gibi, işinize dört elle sarılınız ve mesleğimde en iyi ben olmalıyım anlayışı ile çalışınız. İşte o zaman, herkes mesleğini en iyi, en faydalı şekilde yapmaya başladığı zaman ilerleme olacaktır. Bilgisayar yazılımını, teknolojisini, uçaksavarını, silah sanayisini, uzay araçlarını sen imal etmeye, dünyaya teknoloji satmaya başladığın zaman Fatihe layık evlat olursun. Aksi halde Fatihin yaptıklarıyla kuru kuruya daha çok avunursun.

Dedemiz Fatih Sultan Mehmed’in çağları aşan teknolojiyi yakaladığı ve çağ açıp çağ kapadığı gibi, onun torunları olan bizlerin de, o değişimi ve dönüşümü yakalayabilmemiz dünyanın en ileri teknolojisi ile dünyaya barış, ve adalet ve huzur götüren ve işte Müslüman böyle olur denilen insanlar olabilmek dileğiyle.

Kaynak: Yaratana İbadet Yaratılmışa Şefkat.

İstanbul/Başakşehir Müftüsü: Remzi PEHLİVAN

Bir Cevap Yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

clear formSubmit