Habîbullâh (Allah’ın sevgilisi) sıfatıyla bütün peygamberlerin tâcı olan Muhammed Mustafâ (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’e ümmet olma şerefini bizlere ihsan eden yüce Mevlâ’mıza sonsuz hamd ü senâlar olsun!

O emsâlsiz örnek şahsiyeti ile bütün insanlığa ebedî saâdet yolunda solmaz bir hidâyet ve hakîkat nûru olan Güneşler Güneşi, Efendimiz, Hazret-i Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’e de sonsuz salât ü selâm olsun!

Zarif, güzel ve derin insan yetiştirmek sûretiyle huzurlu bir cemiyet ortamı husûle getirmek, için kendini bu yola adamış Seyyid Şeyh Nurullah Yüce (el‐Abiri) hazretlerinin de Allah‐u Teâlâ sırrını yüceltsin. Bizleri de O’nun sırrına mazhar eylesin…

Tarih mîrâsımızın insânî ve medenî bakımdan en parlak sahifelerinden biri de; vakıf, infâk, hayırlar ve mânevî terbiye ile insanımızın ihyâ edilip mükemmelleştirilmesi, yâni onu, yaratılış gâyesini en mükemmel bir sûrette gerçekleştirebilecek mânevî vasıflarla donatmaya vesîle olan faâliyetlerdir.

Ecdâdımız, muhtaç insanların meselelerini halledip, merhamet, muhabbet ve hizmeti, Allah’ın mahlûkâtı içinde âciz hayvanlara kadar şümûllendirebilmişlerdir. Bu seviyeye bugün bile dünyanın hiçbir yerinde ulaşılamamıştır. Bu itibarla şanlı târihimizden alacağımız pek çok ders bulunmaktadır. Zerre kadar bir çınar tohumunun münbit bir toprak vâsıtasıyla koca bir ağaç hâline gelerek kazandığı muazzam ihtişam gibi bizdeki tefekkür ve tahassüs istîdâdının da Kur’ân’la beslenip güçlenmesi neticesinde ulaşılabilecek hakîkatler ne kadar muhteşemdir. Bu itibarla Kur’ân’ın, o bitip tükenmez feyzi ve yüce irşâdı olmasaydı tefekkür ve tahassüs kabiliyetimiz, münbit topraktan mahrum kuru bir tohum gibi kalırdı.

Zira Şeyh Sâdî’nin buyurduğu gibi:

“Bulut, rüzgâr, Güneş ve felek senin eline ekmek vermek için çalışıp, hizmet görüyorlar. O ekmeği gaflet etmeden yiyesin diye… Allâh’ın emriyle onlar senin için böyle çalışırlarken, senin vazifeni yapmaman, boş oturman hiç yakışık alır mı?”

Bu itibarla tasavvufî akımlar daima alâka ve revaç bulmuştur. Çünkü aşk ve muhabbet merkezi olan gönle, akıldan ziyâde ağırlık verilmesinden doğmuş olan tasavvufî akım ve üslûplar, denilebilir ki, her türlü hâricî tesirden korunmak için inşa edilmiş olan bir binayı, dört duvardan ibâret bırakmayıp onu güzelce tahkim ve sonra da tezyin etmek faaliyetidir.

Dolayısıyla, hayâtımızı pişmanlıkla seyrettiğimiz ayna, son nefes olmasın! Bu ayna, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye hâlinde henüz yaşarken hayâtımıza girsin. Zîrâ gerçek bahtiyarlar, ölümle tanışmadan önce kendisini tanıyabilenlerdir.