İmanın manası , kalbin istikrarı ve nefsin itminan ve sukünundan ibarettir. Kul Allah’ı talep ederken hayret ve şaşkınlık içindedir. Bu hal içinde bazen putlara, bazen güneşe, bazen aya,bazen de ateşe tapar. Ve bir türlü sukuneti  ve itminanı bulunmaz. Cenabı-ı  Hakk,kulu gerçekten kendisini  aradığında kulunun kalbine hidayet nurunu akıtır. O zaman kulun kalbi mutmain olup, nefsi de sükunet bulur. Şair bu manada söyle demiştir.

Gece karanlıklarında yürüyen kişi

Lambaları yakıp, yıldızlara baktı.

Taki ondörtlök ay ışık verince

Artık yıldızları bırakıp, sabahı bekler.

Karanlığın tamamıyla gidip,

Sabahın ufuklarda belirmesini görünce

Lambaları, yıldızları ve ondötlük ayı bırakıp,

Sadece apaçık olan gündüz ışığı süzer.

Bu açıklamadan anlaşıldı ki, güneşin gözleri kamştırdığı gibi, imanın hakikati de perdesiz kalp gözlerini  ışıklandırır.”

Vakit artık imanın fazlalaşması ve eksilmesi  diye bir şey olmaz. Sufilerin  ıstılahında bu makam sabah ışığının açılması diye tabir edilir. Bu makam aynel yakin makamdır. Kalp ile iman arasına gaflet ve nefsin bulutları girince, aydınlık azalır. Kalbde zayıflık ve uzuvlarda  gevşeklik belirir. Böylece azalar amel yapmamaz hale gelir. Nefsin bulutları yok olup, arzular gidince, imanın aydınlığı artar. Dolayısıyla kalbe istikrar, nefse itminan gelir. Uzuvlar da şevkle, taat ve ibadete çalışırlar. İmanın aydınlığı nisbetinde artma ve eksikliği hasıl olur. Bu böylece biline…

 

İmanın kuru , Allah’ın dostları ,velileri ve said kulları için hidayettir. Onun kaynağı kalpdir.

Kalp ise Allah’ın evidir. Niyet ise, tevhit  nuru ve muhabbet sayesinde, muminleri  Allah’a götüren bir çekicidir. Cenab-ı  Allah (c.c):

”  Allah (c.c) imanı sizlere sevdirmiş ve imanı kabinizde müzeyen kılmıştır.” (Hucarat,7) buyurmaktadır. Başka bir ayet-i celilesinde ise Cenab-ı  Hak:

Böyle olanlar hidayete eren kişilerdir. Allah (c.c) tarafından bir fazl ve nimet olarak onları öyle yapmıştır. “ (Hucumet,8) buyuruyor.

Cenab-ı Hak takdir günü bunlara ne vereceğini bilir. Bunları hikmetinin muktezası olarak vermiştir.  Rasgele ve tahmini  olarak vermemiştir. Bu hidayete ulaşan kişiler için Allah’ın bir fazlı olan bu imanın getirdiklerini yapmakla  sevap kazanır ve ikram görür. İman ile Allah’ı tanımak birbirinden ayrı değildir. Zira ilim, imanın terazisidir. Ne kadar fazla tanısa imanıda o kadar kuvvetli olur.

Amel zahirdir, iman onu aşikar kılar. İman amelin batınıdır, amel ise süsü ve güzelliğidir. İlme’l-yakin ilimin mededi ve yardımcısıdır. Amel, imanın kuvveti ve dilidir. Bundan sonra Allah’ı tanımak iki makamda  mülahaza edilir. 1-) İşitme ile tanımak  2-) Görme ile tanımak, 3-) İşitme ile tanımak,Müslümanların tanımasıdır. Onlar Allah’ı  Hz. Peygamberden (a.s) işiterek tanımışlardır. İmandaki tasdik de budur. Görme ile Allah’ı tanımak da ayne’l –yakin ile Allah’ı müşahede etmek demektir. Allah’u tealanın kendisine Tevfik verdiği herkes, muhakkak Tevfik ve marifetten bilgi sahibi olur. Onun ilmi, marifeti ve İmanı ise Allah’u  Tealanın hükümlerine ve Peygamber Efendimiz (a.s) sünnteine riyaetine ve bu yoldaki  çalışmasına bağlıdır. Bir kul Sübhan olan Hakkı tanmaya muktedir olup, İmanı kalbinde yerleştirip , hakikatine ererse artık onun akli delillere ve mütevatır  haberlerle ihtiyacı kalmaz. Bu makam ihsan makamıdır ki yeri sustur. Allah’u tealaya yaklaşmak, kalbiyle onunla meşgul olup,rızasına nail olmaya bağlıdır. Yüce Allah mü’minlerin ilmini vasfederek, imanın ilmini de şu ayeti celile ile zikr eylemiştir.

“Allah iman edenleri yükseltir. Kendilerine ilim verilenler için yüksek dereceler vardır . “ (Mücadele, II)

Bu ayet “Safvetü’t- Tefasir” adlı tefsir kitabında şöyle tefsir edilmiştir. “Cenab-ı Allah bütün müminler için cennette yüksek dereceler verir. Alim olan müminlere ise özel olarak daha yüksek makamlar verir.”   Cenab-ı Hak Teala yine bu ayeti celilede müminler için ilmi zikrederken, ilim ile imanın birbirinden ayrılmayacağını bize bildirmiştir. Zira Cenab-ı Hak bir diğer ayette;

“Kendilerine ilim ile iman verilen kişiler şöyle derler.” (Rum,56) buyurur.

Allah ilimle eş anlamda kullanılan Kuran kelimesini imanla imanla birlikte şu şekilde kullanmıştır.

“ Cenab-ı Allah onların kalbine imanı tesbit etmiş ve onları yüce katında bir rahmet ile kuvvetlendirmiştir.”  (Mücadele,22)

Bu ayet-i celilede geçen  “rahmet”  Kuran-ı  Kerimdir. Yine Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır.

“Ey resulüm işte sana böyle emrimizden bir ruh (Kuran) vahyettik. (Halbuki daha önce) sen kitap nedir? İman nedir?  Bilmiyordun. Fakat biz o kitabı bir nur yaptık. Onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz. “ (Şura,52)

Demek ki, iman ehli olan, Kuran ehli olandır. Kuran ehli ise Allah-u Teala’ın ehli ve has kullarıdır. İman onu bulandıran şüphelerden arındırılırsa güneşin tutulmaktan kurtulduğu gibi parlar.

Allah Teala’nın Kuran-ı Azimde:  “Nur üstünde nurdur.” (Nur,35) buyurması bu makamdandır. O nurlarla kalplerindeki iman, istikrar ve sebat artar. Allah saadet için yarattığı kullarına hidayeti ihsan eylemiştir. O’nun nazargah yeri nur ve marifetin kaynağı ve sırların hazinesi olan kalpleri de rahmet suyu ile temizlemiştir. Ondan dolayı vadedilen  ilahi rahmet ve marifete sahip olmuşlardır.

“ Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir. “ (Bakara,I38) ayeti celilesinden  maksat yine rahmet suyurdur. Çünkü ayeti celilede geçen boya kelimesi bir şeye batırılma manası verir. Boyaya ‘sıbga’ denilmesi içine elbise batırılmasındandır. Cenab-ı Hakk birisini seçip onu severse yıkanan birşeyin temizlenmesi gibi onun kalbini rahmet suyuyla yıkayarak temizler. Kalbi temizlendikten sonra da hayat nuru ile şereflenir. Kalbi Allah ile hayat bulur: Sonra da hidayet nuru ile hidayet yoluna dahil olur.

 

İşte Cenab-ı Hakk’ın:

Kendisini hidaytle dirilttiğimiz ve ona insanlar arasında yürürken önönü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimse “  (Enam, I22) buyurduğundan murat hidayet nurudur. İşte bu nur marifet nurudur. Marifet nurundan sonra aklın nuru gelir. O nur sayesinde marifet nuru daha yüksek makama çıkar. O makam istikrar makamıdır. Zira şimdiye kadar marifet nuru tefekkür ve düşünce makamında idi.  Akıl nurunun makamı ise istikrar makamıdır Bundan sonra da muhabbet nuru gelir ve onu Allah ile bağlar. Böylece iman muhkem olur. Dil; “Allah’tan başka ilah yoktur.” diyerek itiraf eder. Kalbindeki marifet nuru da bunu tasdik eder. Kalp kesin karar verir. Allah Tealanın onun Rabbidir. O ise onun kuludur. Bütün emir ve nehiylerine tamamen uyup, bütün hükümlerine de rıza göstererek itaatkar olacaktır. Burada artık o kimse iki sıfatı hak etmiştir.Bunlardan biri mümin diğeri müslimdir. Arık o İmanı istikrar bulmuş, Rabbini aramaya ihtiyacı kalmamış, mümindir. Nefsini Allah-u Teala’nın bütün emirlerini teslim ederek Müslim olmuştur. Böylece söz vermiş ve her ikisini kabul etmiştir.

Kul imanı ve İslamı kabul ettiği günden itibaren, ömrünün sonuna kadar bu kabulün gerektirdiklerini yerine getirmek mecburiyetindedir. Böylece kulluk onun önünde iki çeşit olarak çıkar:

Birincisi: Rabbi’nin onun hakkında takdir ettikleridir.

İkincisi:  Rabbi’nin yapılmasını emir ve nehy ettikleridir. Rabbinin onun hakkında takdir ettiği şeyler; fakirlik, zenginlik, hastalık, sağlık, azizlik, zelillik gibi kısaca nefsinin sevdiği veya kabul etmediği hallerdir. Burada ki sözün yerine getirilmesi  Allah-u Teala’nın rububiyetiyle,kalbini ve nefsini mutmain edip, sukunet ve felah buldurmasıyle gerçekleşir. İkincisi ise  Allah-u Teala’nın emrettiği farzları yerine getirmek, yasaklardan kaçmaktır. Bu ahdini yerine getirmek ise, nefsini bütün emirler ve nehiyler hususunda Allah’a teslim etmek ve O’na itaat içinde olmakla mümkündür. Kul iman ve İslam ahdini böylece yerine getirirse kıyamet gününde tartı ve hesaptan kurtulacaktır. Tevfik Allah’tandır.

 

Kaynak: Mektubat-ı Mevlana Halid

Bir Cevap Yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

clear formSubmit