Alâeddin Attar, Buhara medresesinde okuyordu. Çalışkan bir öğrenciydi. Şah-ı Nakşibendî Hazretleri ise Kasrıarifan köyünde bir dergâh yaptırmış ve insanları irşada çağırıyordu.

Alâeddin Attar ise henüz bekârdı ve medresede ilim tahsil ediyordu. Züht ve takva halini kazanmaya çalışıyor ve zaman zaman Kasrıarifan köyüne gidiyordu. Ama henüz tasavvuf terbiyesine girmemişti. Medresede bir odası vardı. Odasının zemininde bir hasır seriliydi. Yatağı, lavabosu, ibriği ve kitapları ile mütevazı bir odacık.
Devrin mürşidi, Şeyhlerin Şah’ı Şah-ı Nakşibendî (k.s.) ise hanımına, kızı ergenlik dönemine geldiği zaman kendisini haberdar etmesini tembihlemişti. Hanımı da, kızı ergenlik dönemine ulaştığında, Şah-ı Nakşibendî Hazretlerine durumu bildirmişti.
İşte o günlerden bir kesit…
Şah-ı Nakşibendî Hazretleri Kasriarifandan Buhara’da ki medreseye gitti. Alâeddin Attar’ın yanına geldi ve
“Hoca Alâeddin! Benim ergenlik dönemine ulaşmış bir kızım var. Dünya hayatı nedir bilmez, ama iffet sahibidir. Allah’ın emriyle onu sana nikâhlamak istiyorum.” Dedi.
Hoca Alâeddin şaşırdı:
“Efendim! Sizin gibi gönül sultanı bir zat’ın kızıyla evlenmek, benim için en büyük şereftir. Ama benim, kızınıza layık bir dünya malım yok ki! Bütün malım şu gördüğünüz hasır, ibrik ve lambadır.” Dedi.
Şah-ı Nakşibendî Hazretleri:
“Molla Alâeddin! Allah-u Teâlâ seninde kızımızda rızkına kefildir. Sizden olacak nesilede yine Allah kefil olacaktır. Ben bu teklifimi, sadece senin bu güzel tevazuunu bildiğim için yaptım.” Dedi.
Aradan çok zaman geçmedi Molla Alâeddin, Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin kızı ile evlendi. Nikâhları kıyıldı. Bir gün Şah-ı Nakşibendî Hazretleri, Molla Alâeddin’i tasavvuf yolunda manevi bir işaretle yetiştirmeye başladı, daha farklı usullerle ve metotlarla.
Bir gün ona şöyle dedi:
“Molla Alâeddin! Başındaki sarığı çıkar. İlim sahibi olarak kendini artık büyük görme, daha fazla tevazu halini elde edebilmek için şu tepsiyi al. Onun üzerine elmaları koy. Ayağına ayakkabıda giyme. Fakirlik halini anla ve Buhara sokaklarını dolaş. Bu elmaları sat.”
Molla Alâeddin, iki erkek kardeşine babalarından kalan malları bırakmış, medrese öğrenimine devam etmeyi tercih etmişti. Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinin dergâhında kalmasına kardeşleri hiç razı olmuyorlardı. Bu yüzden araları iyi değildi. Onu birde bu halde görünce daha fazla dayanamadılar. Kendisini insanlar arasında rezil ettiğini, ailesinin şan ve şerefinde toplum içinde küçük düşürdüğünü söylemeye başladılar. Molla Alâeddin’e dergâhtan ayrılması için yaptıkları baskıyı artırdılar, hakarete varan konuşmalar yaptılar. Molla Alâeddin bu duruma çok üzüldü. Durumu Mürşidine anlattı. Şah-ı Nakşibendî Hazretleri ona şöyle dedi:
“Molla Alâeddin! Bu bir emirdir. Elmaları sat. Herkese bir defa sesleniyorsan, kardeşlerinin yanına gelince sen onlara dokuz kere seslen.”

SIRLAR SULTANI
(Dergâhta geçen bu terbiye yılları, bir müddet sonra gönül dünyası kemale erince tamamlandı. Mürşidi tarafından gizli zikrin nurlu ortamına davet edildi. Şah-ı Nakşibendî Hazretleri artık onu yanından hiç ayırmaz oldu. Müritler şöyle diyordu:
“Efendim! Molla Alâeddin’i yanınızdan hiç ayırmıyorsunuz.”
Şah-ı Nakşibendî Hazretleri, müritlerine şu veciz ifadeleri ile cevap verdi:
“Onu kurtların yemesinden korkuyorum. Belki Allah-u Teâlâ onu büyük sırlara mazhar kılar.”
Böylece Şah-ı Nakşibendî Hazretleri, Molla Alâeddin Attar’ı terbiye ocağında terbiye etti. Onu yüce mertebelere ulaştırdı. Cenabı-ı Hakka yakınlık makamına getirdi. Hoca Alâeddin’de irfan burçlarına irşat bayrağını açtı. Sonunda kâmil bir veli oldu.

VEFATI
Alâeddin Hazretleri, vefatından 15 gün önce şöyle dedi:
“Artık ben ahiret yolculuğunu tercih ettim, geri dönmem.”

2 Recep 802’de (28 Şubat 1400) bir hastalığa yakalandı. 20 Recep 802’de (17 Mart 1400) Çarşamba günü ise ruhu Firdevs cennetlerine uçtu. Ama pak cesedi Buhara bölgesinde bulunan Çaganiyan’da defnedildi. Geride çok değerli halifeler bıraktı.

HALİFELERİ:
Oğlu Mevlana Hasan Attar Hazretleri.
Şeyh Hüsameddin Parsa Hazretleri.
Şeyh Ebu Said Hazretleri.
Şeyh Abdullah İsfehani Hazretleri.
Şeyh Ömer-i Maturidi Hazretleri.
Şeyh Ahmet Meske Hazretleri.
Şeyh Cemaleddin Derviş Semerkandi Hazretleri.
Seyyid Şerif Cürcani Hazretleri.
Nizameddin Hamuş Hazretleri.
Yakub-i Çerhi Hazretleri.

Bu zatların her biri kâmil birer veli idi. Kimi, örneğin Mevlana Hasan Attar, Şeyh Hüsameddin Parsa, Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinin müritleri arasındaydı, ama tasavvufi eğitimini Alâeddin Attar Hazretlerinin yanında tamamlamış ve halife olmuştu. Kimi devrin en ileri düzeyde ilim sahipleri arasındaydı. Örneğin Allame Seyyit Şerif Cürcani, onun halifesi Saadettin-i Kaşgari, onunda halifesi Molla Camii Hazretleriydi.
Biz, onlar arsından Yakub-i Çerhi Hazretlerine tabi olduk. O, bu yola Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinin dergâhında baş koymuş oldu. Ama Alâeddin Attar Hazretlerinin yanında tasavvufi terbiyesini tamamladı. Onun halifesi oldu. Allah-u Teâlâ’nın muradı buydu; o Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinin halifesinin halifesi olacaktı.
Sadat-ı Kiramın günümüze kadar devam eden nurlu yolu hicri 9.(15) asrın başlarında onunla devam etti. Yakub-i Çerhi Hazretleri vefat ettiğinde orta çağın karanlıkları kapanmak üzereydi. Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u feth etmesine ise yaklaşık 6 yıl vardı.
Alla-u Teâlâ bizleri kendisinden ayırmasın.
Allah-u Teâlâ hepsinin makamını yüceltsin.

SEYYİD MOLLA MUHAMMAD YÜCE

Bir Cevap Yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

clear formSubmit