Mescid, Arapça’da “eğilmek, tevâzu ile alnı yere koymak” mânasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekân ismidir. Secde, namazın rükünleri içinde en önemlisi, Kur’an’a göre insanın daha ilk yaratılışında şahit olduğu bir hürmet ifadesidir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bildirdiğine göre “kulun Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır”.(Nesâî, Tatbîk,78). Namazın rükünlerinden en önemlisi secde olduğu için namaz kılınan yere de mescid ismi verilmiştir. Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve ilk İslam kaynaklarında namaz kılınan yer olarak “mescid” kelimesi geçmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında yapılan ilk mescid de Hicret’ten sonra Medine’de yapılan mesciddir.
Daha sonraları mescid kelimesinin yerine câmi kelimesi kullanılagelmiştir. Cuma namazı kılınan ve hâtibin hutbe okuması için minber bulunan mescidler câmi, minberi bulunmayan yani Cuma kılınmayan küçük mâbedler ise mescid olarak anılır olmuştur. Osmanlılar döneminde padişahlar tarafından inşâ ettirilen büyük câmilere “selâtin camileri”, vezirler ve diğer devlet ricâli tarafından yaptırılan orta büyüklükteki câmilere yaptıranın adına izâfeten sadece câmi, küçük olanlara da mescid denilmiştir. Mescidlerde Cuma namazı kılınmazdı. Mescidlerin Cuma namazı kılınan camiye tahvili ise serbest ve izinle olmaktaydı.
Camiler, bir toprağın bir ülkenin Müslümanlara ait olduğunun vesikasıdır, tapusudur. Bunu çok iyi bilen ecdadımız kıyamete kadar duran sapasağlam camiler yapmışlar ve bunların korunmasını bize bırakmışlardır. Bu camilerde bize şöyle bir mesaj vermektedirler: “Ey evlatlarımız, torunlarımız, biz, çağımızın imkanlarına göre bu kadarını yaptık; siz, daha güzelini ve daha dayanıklısını yapın”. Ama nerede? Biz, apartmanların altında, bodrumlarda namaz kılıyoruz. Mescidlerimizi oralarda gizliyoruz. Meydanlarda yaptığımız camiler de mana ve muhteva bakımından Hz. Peygamber (s.a.v)’in mescidine benzemediği gibi fiziki mekân ve sağlamlık bakımından da Osmanlı’nın yaptırdığı câmilere benzemiyor.
Mescidler, resmi dairelerde ve hastanelerde olabilir. Talebe yurtlarında ve işhanlarında da mescidler bulunabilir. Ama, meskûn mahallerde ve apartmanların işgal ettiği yerlerde büyük ve görkemli câmilerimizin olması lazım gelir. O apartmanlarda ve evlerde oturanların Müslümanlar olduğunu meydanlarda yükselen camilerden anlayacağız. Hastanelere, işyerlerine ve buna benzer yerlere gittiğimiz zaman da insanca ve müslümanca abdest alıp namaz kılabileceğimiz mescidlerimizin olması lazım. Hastanelerde, hastaların ve hasta sahiplerinin koridorlarda, merdiven altlarında namaz kıldıklarını görmek bize dokunuyor. Bu durum hastalara ve hasta sahiplerine rahatsızlık vermez mi? Tedavi etmek için himayemize aldığımız bu insanlara her katta, her bölümde insanca ve müslümanca abdest alıp namaz kılabilecekleri güzel mescidler hazırlamamız gerekmez miydi?
Bugün herkes, ülkemizde misyonerlerin cirit attığından ve hergün yeni kiliseler açıldığından şikâyet ediyor. Şikâyet etmekle, oturup ağlamakla, küfretmekle bir yere varamayız. Bizim, müsbet ve kalıcı faaliyetler yapmamız lazım.
Hastanelerin başhekimleri, yurtların müdürleri, işhanlarının idarecileri, resmi dairelerin yetkilileri ile görüşelim ve mescidi olmayan binalara mescid açalım. Bu mescidlerin içerisine herkesin okuyup anlaya bileceği kitaplar koyalım.
Namazgâh, Osmanlılar döneminde şehirlerarası yolculuk yapanlar için yol kenarlarında yapılan namaz kılma mekânlarıdır. Yol boyunca yapılan namazgâhlar, yolcuların namaz kılma ve dinlenme mekânlarıdır. Kendileri namaz kılar ve dinlenirken hayvanları da yemlerini yer ve dinlenirler. Sonra yola devam edilir. Namazgâh, bir ağaç gölgesine yapılan yüksekçe bir mekandan ibarettir. Bu mekâna bir iki merdiven ile çıkılır. Etrafı duvarla çevrilidir. Bir köşesinde çeşme akmaktadır. Bunlar hayır sahipleri tarafından yaptırılır ve korunurdu. Bugün, şehirlerarası otobüslerin uğradıkları dinlenme tesislerindeki mescidler bu namazgâhların yerlerini almıştır. Maalesef bazı dinlenme tesislerindeki mescidler çok bakımsız, tuvaletler ve abdest alma yerleri de hiç temiz değildir. Bize düşen böyle tesislere uğramamak ve buraları boykot etmektir. Artık dinimize ve bize değer verenlerle alış veriş yapmak mecburiyetindeyiz.

Câmi, mescid ve namazgâh yaptırmakla işimiz bitmez; asıl bundan sonra başlar bizim işimiz. Bundan sonra başlayan görevimiz de bu güzel ibadet mekânlarını doldurmak ve bunları şenlendirmektir. Günde beş vakit câmide bir araya gelen, dünyalık işlerini terk edip Yüce Allah’ın huzurunda ihlas ve samimiyetle ibadet eden ümmeti kim yıkabilir, böylesi ümmete kim zarar verebilir?

Bir Cevap Yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

clear formSubmit